Mesele Araplar değil, Trabzon’un kendisi…

Öyle bir metin ki, hezeyan ve hakaretten insanın midesi kalkıyor. Ne Arap uşaklığımız kalmış ne de –hâşâ- Allah’ımın para olması… Trabzonspor Arap takımı olacaksa onu tutmanın ne anlamı varmış, İstanbul takımları hiç değilse Türk takımıymış… Kurtuluş Savaşı’nı dışarıda düşman içeride benim (?) gibilere karşı kazanmışlar… Sayemizde kanla aldıkları Trabzon Arap şehrine dönmüş… Ben (kimsem artık) anlayamazmışım ama Türkler (yani onlar, kimseler artık) onur ve şereflerini paradan önce tutarlarmış, daha neler neler…

Neresinden tutsanız elinizde kalır. 150 yıllık İngiliz kulüpleri Arap sermayesine satıldı da ne oldu? Londra’nın orta yeri Arap toprağı oldu da bizim mi haberimiz yok? Ya da Paris’in göbeği?

Ne bu mailin sahibinde ne de itirazlarını daha mutedil bir üslupla dile getirenlerde Trabzonspor’un mevcut durumdan nasıl kurtulacağına dair en ufak bir formül ya da öneri yok. Hamaset de hamaset…

Bakınız, Trabzonspor’un Trabzon’a özgü orijinal bir fikirle silkinip ayağa kalkmasını, tamamen öz kaynaklarıyla başarıdan başarıya koşmasını benden fazla kimse isteyemez. İlk şampiyon kadroyu dünya gözüyle görmüş, sonraki çöküş döneminde yıllarca travmanın etkisinden kurtulamamış biriyim ben. Ne taraftarlık dersine ihtiyacım var ne de ataları Türkçe tarihte ortaya çıktığından beri bu dili konuşan bir Çepni Türkü olarak milliyetçilik edebiyatı dinlemeye…

O zaman çözümü gösterin?

Trabzonspor’un yabancı sermayeye satılmasına karşı olanlardan bir an evvel kulübün mevcut durumundan kurtulması ve düzlüğe çıkması için gerçekçi bir formül bekliyoruz. Geçen yazımızda yazdık; Ts Club işletmeleri bir bir kapanıyor. Faaliyetine devam edenler ürün satışlarında şu en hareketli olması gereken aylarda bile tarihin en kötü dönemini yaşıyor. Barcelona üyeleri gibi kulübün mali sıkıntıya düştüğü bir dönemde beş yıllık aidatı peşin öder de ferahlatırsanız, daha doğrusu bu aidiyet duygusuna sahip olursanız kulüp satılmaz. Yoksa çarşambadan ne kadar kahramanlık türküsü söylerseniz söyleyin, perşembenin gelişini önleyemezsiniz.

“E bizim o kadar paramız yok” Öyleyse padişahın kızını gözüne kestirmeyeceksin. O anca Keloğlan masallarında olur.

Bu konuyu şimdilik noktalayalım ve yakından alakalı bir diğerine geçelim. Hafta içi günebakış’ta yayınlanan bir haberde yine Trabzon’a karşı bir algı operasyonundan bahsediliyordu. TUİK kayıtlarına göre yabancılara konut satışında ilk 10 şehir arasında bulunmamasına rağmen Arapların Trabzon’a yoğun ilgisinin büyük haber sitelerinde olumsuz anlamda haddinden fazla gündeme getirilmesi vurgulanıyordu.

Araplar değil başkaları da olsa…

Ülke genelinin Trabzon hassasiyeti (!) yeni değil. Daha önce defalarca şahit olduk, yaşadık. Eve ve Akdeniz bölgelerinde yabancılar uzun yıllardır mülk alıyor, yerleşiyor, hatta mahalleler oluşturmuşlar, hiç bu kadar gürültü koparıldığını görmedik. Haddizatında oralara yerleşen yabancılardan kaynaklanan sosyal bir problem de duymadık. Arapların günlük alışkanlıklarını, yaşam biçimlerini biraz yadırgıyor olabiliriz. Tamam da gülü seven dikenine katlanacak. Zaten esas meselemiz bu değil. Ülke genelindeki Trabzon alerjisi. Emin olun, Trabzon’a yoğun ilgi gösterenler Arap değil de mesela Avrupa ülkelerinden gelenler olsa yine aynı karın ağrısını yaşayacaklardı. Bir adım ileri gidelim, Trabzon yurt içi turizmin ilgi odağı olsa, turist sayısı ve gelirinde ülkenin zirvesine çıksa ülkenin tavrında değişen bir şey olmayacaktır.

Dolayısıyla… Aklı başında Trabzonluların esas tartışması gereken konu algı operasyonlarının kendilerine dayattığı gündemler değil, algı operasyonlarının sebebi ve bu operasyonları bertaraf edebilmenin yolları olmalıdır.

Yazının başında bahsini ettiğimiz mailin sahibinin hezeyanları ve hakaretlerinin şahsımız adına önemi yok. Fakat öyle bir yaklaşımın ne Trabzon’un ne de ülkenin dertlerine deva olmayacağı açıktır.

Bülent Şirin