En acı soru: Sigortanız var mı? Hollanda

Kültür-Sanat 18.02.2025 - 14:23, Güncelleme: 18.02.2025 - 14:23
 

En acı soru: Sigortanız var mı? Hollanda

Bugün sizlere, rüzgârların uzaklardan taşıdığı, yüreği burkan bir annenin hikâyesini anlatacağım…
Bilindiği üzere, “Konuşalım mı?” kitabım yayımlandıktan sonra, birçok kıymetli okurum benimle iletişime geçerek yaşadıkları derin acıları ve içlerinde biriken hüzünleri paylaşıyor. Onlarla zaman zaman sohbet eder, yüreklerindeki yükü bir nebze olsun hafifletmeye çalışırım. Bu satırları, hayatın türlü imtihanlarına göğüs germiş fedakâr bir annenin izniyle kaleme aldığımı belirtmek isterim. Ancak, annemizin ve onun evladının isimleri, mahremiyetleri gereği gizli kalacaktır. Ne de olsa, bir hikâyede asıl bilinmesi gereken, mağdurların değil, onları mağdur edenlerin isimleridir! Hele ki bu acıyı yaşatan bir sigorta şirketiyse, aslında hepimiz bu sessiz zalimi tanıyoruz… Bir Anne ve Oğulun Kırılan Umudu Hikâyemiz, Hollanda’nın soğuk ikliminde ama yüreği sıcacık atan bir annenin yaşadıklarıyla başlıyor. Eşini yıllar önce kaybetmiş, oğluyla hayat mücadelesini tek başına veren, emekçi bir Türk annesi… Bir gün, anavatana, Türkiye’ye doğru yola çıkmaya karar verirler. Hasretle kucaklaşmak, ana topraklarda soluklanmak üzere valizlerini alır, havaalanının bekleme salonunda yolculuk saatini beklemeye koyulurlar. Ve nihayet uçağın kapıları açılır. Anne ve oğlu, bilmeden bir felaketin eşiğinde, umutla adım atarlar uçak koridoruna. Yolculuk sorunsuz devam ederken, annenin yüreğine ansızın bir korku çöreklenir. Oğlu titremeye başlamıştır… Önce hafif bir ürperti, ardından durdurulamayan bir kriz… Anne, çaresizce oğluna seslenir, ellerini avuçlarına alır, “İyi misin?” diye fısıldar, ama oğlu her geçen saniye daha da kötüleşmektedir. Birkaç dakika içinde uçaktaki herkesin gözleri önünde yere yığılır. O an, zaman donar… Uçağın inişe yakın olması belki de kaderin tek lütfudur. Yolcular ve kabin ekibi seferber olur, gencecik bedeni baygın halde koltuğa yerleştirirler. Tekerlekler piste değer değmez, havalimanının kargaşasında bir kapı açılır; öncelik anne ve oğlunundur. Hastaneye ulaşırlar. Eller titrek, kalp çırpıntılı… En yakın ve donanımlı hastane Acıbadem’dir. Anne, yorgun sesiyle oğlunun acil müdahale alması için yalvarır. Ancak soğuk duvarların arasında yankılanan cevap aynıdır: “Sigortanız var mı?” Anne, gözyaşları içinde, titreyen bir sesle “Evet, var” der. Ama yetmez! Hastane çalışanları, “Öyleyse sigorta şirketinizin Türkiye’deki temsilcisini arayın, onay versinler ki müdahaleye başlayabilelim” derler. Yoksa masraflar altında ezileceklerdir… Annenin eli telefona uzanır. Sigorta şirketinin Türkiye’deki aracı kurumuna ulaşır. Gözyaşları içinde, sesi yankılanan bir çığlık gibi yükselir: “Oğlum ölüyor! Ne olur, yardım edin!” Ama karşı tarafta bir duvar vardır. Soğuk, hissiz, ilgisiz bir duvar… Sigorta şirketinin aracı kurumu ne durumu ciddiye alır ne de ana merkeze bildirir. Sonradan öğreniriz ki, bildirdiklerini iddia etseler de bu koca bir yalandır! Ana merkez, anneye resmi bir yazıyla, böyle bir başvurunun hiç yapılmadığını bildirecektir. Acının Gölgesinde Bir Yolculuk Çaresizlik, insanı ne hallere düşürür! Anne, hastanenin yüksek ücretlerini karşılayamayacağını anlayınca oğlunu daha uygun bir hastaneye götürmeye karar verir. Fakat sigorta şirketi yine ortalarda yoktur. Defalarca arar, yalvarır, ama karşısında bir muhatap bulamaz. Günler geçtikçe, acılı yüreği daha da ağırlaşır. Akrabalarının yardımıyla, İstanbul’dan Konya’ya geçerler. Ama oğul, ikinci bir kriz daha geçirir. Doktorlar, annenin yüreğini dağlayan cümleler kurar. Ama o pes etmez! Yalvarır, yakarır, “Oğluma müdahale edin!” diye haykırır. Ne de olsa anne olmak, on kaplan gücünde olmak demektir… Fakat o koca sigorta şirketi, o dev sistem, bir anneyi oğluyla birlikte kaderine terk eder. Maddi ve manevi tükenen anne, sonunda yaşadığı ülkeye, Hollanda’ya dönme kararı Zorlu bir yolculuktan sonra nihayet ulaştıklarında, Hollandalı doktorlar derhal müdahaleye başlar. Ama ne yazık ki, artık çok geçtir… Türkiye’de sigorta şirketinin aracı kurumu devreye girmediği için, gerekli tedaviler yapılmamış, zamanında müdahale edilmemiştir. Oğul, artık sadece eski sağlığını değil, belki de geleceğini de kaybetmiştir. Ve bu sırada, sigorta şirketi hâlâ sessiz, hâlâ kayıtsızdır. Hangi Çağdayız? Böylesi bir mağduriyet yaşanmamalı! Bir annenin çaresiz çırpınışları, bir evladın zamansız tükenen sağlığı, şirketlerin bürokratik kayıtsızlığına kurban gitmemeli! Hangi çağda yaşıyoruz? Bu hikâyeyi yazarken, sadece bir annenin değil, insanlığın da kalbindeki yarayı hissediyorum. Sessizce unutulmasına izin vermemek için buraya not düşüyorum… Bu hikâye, adaletin terazisinin güçlüden yana eğildiği bir dünyada, sessizliğin en keskin silah olduğunu bir kez daha gösteriyor. Bir annenin gözyaşları, bir evladın hayal kırıklığı, bir toplumun suskunluğu… Hepsi, vicdanın derin kuyularında yankılanan çığlıklar gibi. Peki, gerçekten de yine kötüler mi kazandı? Yoksa adaletin ağır ama kaçınılmaz yürüyüşü hala devam mı ediyor? Dava dosyası beklemede, basın sessiz, dost görünenler suskun… Ama unutulmamalıdır ki, hak arayışının yolu uzun olsa da, son durakta gerçeğin ışığı yanar. Bu hikâye, yalnızca bir anne ve oğlun mücadelesi değil, aynı zamanda gurbet elde birbirine kenetlenmesi gereken bir toplumun imtihanıdır. Kendi insanının davasına sahip çıkmayanlar, bir gün kendi adalet arayışlarında da yalnız kalmazlar mı? Belki de en acısı, güçlülerin adalet yerine çıkarlarını korumak için sessizliği seçmeleri değil, bu sessizliği bozması gerekenlerin de birer birer susmasıdır. Oysa bir annenin gözyaşı, bir oğlun haksızlığa karşı sıkılmış yumruğu, unutturulamaz bir gerçek olarak kalacaktır. Zaman döner, devran değişir. Ve adalet, en beklenmedik anda kapıyı çalar. Kim, kimi kollamış, kim, kimi susturmuş… Kim menfaati uğruna kimi harcamış, zaman gösterecek. Kimin, kiminle yan yana durduğunu, kimlerin aynı yolun yolcusu olduğunu hep birlikte göreceğiz. Nasıl mı? Size küçük bir işaret bırakayım: Bu yazı ’ya İlk taşı atanlara dikkat edin… ARZU SAMAT
Bugün sizlere, rüzgârların uzaklardan taşıdığı, yüreği burkan bir annenin hikâyesini anlatacağım…

Bilindiği üzere, “Konuşalım mı?” kitabım yayımlandıktan sonra, birçok kıymetli okurum benimle iletişime geçerek yaşadıkları derin acıları ve içlerinde biriken hüzünleri paylaşıyor. Onlarla zaman zaman sohbet eder, yüreklerindeki yükü bir nebze olsun hafifletmeye çalışırım.

Bu satırları, hayatın türlü imtihanlarına göğüs germiş fedakâr bir annenin izniyle kaleme aldığımı belirtmek isterim. Ancak, annemizin ve onun evladının isimleri, mahremiyetleri gereği gizli kalacaktır. Ne de olsa, bir hikâyede asıl bilinmesi gereken, mağdurların değil, onları mağdur edenlerin isimleridir! Hele ki bu acıyı yaşatan bir sigorta şirketiyse, aslında hepimiz bu sessiz zalimi tanıyoruz…

Bir Anne ve Oğulun Kırılan Umudu

Hikâyemiz, Hollanda’nın soğuk ikliminde ama yüreği sıcacık atan bir annenin yaşadıklarıyla başlıyor. Eşini yıllar önce kaybetmiş, oğluyla hayat mücadelesini tek başına veren, emekçi bir Türk annesi… Bir gün, anavatana, Türkiye’ye doğru yola çıkmaya karar verirler. Hasretle kucaklaşmak, ana topraklarda soluklanmak üzere valizlerini alır, havaalanının bekleme salonunda yolculuk saatini beklemeye koyulurlar.

Ve nihayet uçağın kapıları açılır. Anne ve oğlu, bilmeden bir felaketin eşiğinde, umutla adım atarlar uçak koridoruna. Yolculuk sorunsuz devam ederken, annenin yüreğine ansızın bir korku çöreklenir. Oğlu titremeye başlamıştır… Önce hafif bir ürperti, ardından durdurulamayan bir kriz… Anne, çaresizce oğluna seslenir, ellerini avuçlarına alır, “İyi misin?” diye fısıldar, ama oğlu her geçen saniye daha da kötüleşmektedir. Birkaç dakika içinde uçaktaki herkesin gözleri önünde yere yığılır. O an, zaman donar…

Uçağın inişe yakın olması belki de kaderin tek lütfudur. Yolcular ve kabin ekibi seferber olur, gencecik bedeni baygın halde koltuğa yerleştirirler. Tekerlekler piste değer değmez, havalimanının kargaşasında bir kapı açılır; öncelik anne ve oğlunundur.

Hastaneye ulaşırlar. Eller titrek, kalp çırpıntılı… En yakın ve donanımlı hastane Acıbadem’dir. Anne, yorgun sesiyle oğlunun acil müdahale alması için yalvarır. Ancak soğuk duvarların arasında yankılanan cevap aynıdır:

“Sigortanız var mı?”

Anne, gözyaşları içinde, titreyen bir sesle “Evet, var” der. Ama yetmez! Hastane çalışanları, “Öyleyse sigorta şirketinizin Türkiye’deki temsilcisini arayın, onay versinler ki müdahaleye başlayabilelim” derler. Yoksa masraflar altında ezileceklerdir…

Annenin eli telefona uzanır. Sigorta şirketinin Türkiye’deki aracı kurumuna ulaşır. Gözyaşları içinde, sesi yankılanan bir çığlık gibi yükselir:

“Oğlum ölüyor! Ne olur, yardım edin!”

Ama karşı tarafta bir duvar vardır. Soğuk, hissiz, ilgisiz bir duvar… Sigorta şirketinin aracı kurumu ne durumu ciddiye alır ne de ana merkeze bildirir. Sonradan öğreniriz ki, bildirdiklerini iddia etseler de bu koca bir yalandır! Ana merkez, anneye resmi bir yazıyla, böyle bir başvurunun hiç yapılmadığını bildirecektir.

Acının Gölgesinde Bir Yolculuk

Çaresizlik, insanı ne hallere düşürür! Anne, hastanenin yüksek ücretlerini karşılayamayacağını anlayınca oğlunu daha uygun bir hastaneye götürmeye karar verir. Fakat sigorta şirketi yine ortalarda yoktur. Defalarca arar, yalvarır, ama karşısında bir muhatap bulamaz. Günler geçtikçe, acılı yüreği daha da ağırlaşır.

Akrabalarının yardımıyla, İstanbul’dan Konya’ya geçerler. Ama oğul, ikinci bir kriz daha geçirir. Doktorlar, annenin yüreğini dağlayan cümleler kurar. Ama o pes etmez! Yalvarır, yakarır, “Oğluma müdahale edin!” diye haykırır. Ne de olsa anne olmak, on kaplan gücünde olmak demektir…

Fakat o koca sigorta şirketi, o dev sistem, bir anneyi oğluyla birlikte kaderine terk eder. Maddi ve manevi tükenen anne, sonunda yaşadığı ülkeye, Hollanda’ya dönme kararı

Zorlu bir yolculuktan sonra nihayet ulaştıklarında, Hollandalı doktorlar derhal müdahaleye başlar.

Ama ne yazık ki, artık çok geçtir…

Türkiye’de sigorta şirketinin aracı kurumu devreye girmediği için, gerekli tedaviler yapılmamış, zamanında müdahale edilmemiştir. Oğul, artık sadece eski sağlığını değil, belki de geleceğini de kaybetmiştir. Ve bu sırada, sigorta şirketi hâlâ sessiz, hâlâ kayıtsızdır.

Hangi Çağdayız?

Böylesi bir mağduriyet yaşanmamalı! Bir annenin çaresiz çırpınışları, bir evladın zamansız tükenen sağlığı, şirketlerin bürokratik kayıtsızlığına kurban gitmemeli!

Hangi çağda yaşıyoruz?

Bu hikâyeyi yazarken, sadece bir annenin değil, insanlığın da kalbindeki yarayı hissediyorum. Sessizce unutulmasına izin vermemek için buraya not düşüyorum…

Bu hikâye, adaletin terazisinin güçlüden yana eğildiği bir dünyada, sessizliğin en keskin silah olduğunu bir kez daha gösteriyor. Bir annenin gözyaşları, bir evladın hayal kırıklığı, bir toplumun suskunluğu… Hepsi, vicdanın derin kuyularında yankılanan çığlıklar gibi.

Peki, gerçekten de yine kötüler mi kazandı? Yoksa adaletin ağır ama kaçınılmaz yürüyüşü hala devam mı ediyor? Dava dosyası beklemede, basın sessiz, dost görünenler suskun… Ama unutulmamalıdır ki, hak arayışının yolu uzun olsa da, son durakta gerçeğin ışığı yanar.

Bu hikâye, yalnızca bir anne ve oğlun mücadelesi değil, aynı zamanda gurbet elde birbirine kenetlenmesi gereken bir toplumun imtihanıdır. Kendi insanının davasına sahip çıkmayanlar, bir gün kendi adalet arayışlarında da yalnız kalmazlar mı?

Belki de en acısı, güçlülerin adalet yerine çıkarlarını korumak için sessizliği seçmeleri değil, bu sessizliği bozması gerekenlerin de birer birer susmasıdır. Oysa bir annenin gözyaşı, bir oğlun haksızlığa karşı sıkılmış yumruğu, unutturulamaz bir gerçek olarak kalacaktır. Zaman döner, devran değişir. Ve adalet, en beklenmedik anda kapıyı çalar.

Kim, kimi kollamış, kim, kimi susturmuş…

Kim menfaati uğruna kimi harcamış, zaman gösterecek.
Kimin, kiminle yan yana durduğunu, kimlerin aynı yolun yolcusu olduğunu hep birlikte göreceğiz.

Nasıl mı? Size küçük bir işaret bırakayım:
Bu yazı ’ya İlk taşı atanlara dikkat edin…

ARZU SAMAT

Habere ifade bırak !
Habere ait etiket tanımlanmamış.
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve trabzonhabermerkezi.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.