Elvan Alkaya
Köşe Yazarı
Elvan Alkaya
 

Boykot

İSRAİL’İN CANAVARLIĞINA DUR DEMEK İÇİN BOYKOTSA BOYKOT! Herkes, eli ile gücü yetmiyorsa diliyle buna da muktedir değilse kalbiyle İsrail’i te’linen buğz etmelidir. Boykot, toplumsal bir sindirme aracı, bir tür ambargo uygulaması. Bu uygulamanın zuhuru, toplumlar arası uzlaşmazlıkların zuhuruna ve giderilememesine bağlıdır. Hasım toplumların birinin hasmının zayıflamasını teminen başvurduğu bir vasıtadır. Bu uygulama, hasmının sahip olduğu bütün imkânları gözden geçirdikten sonra, hasmının en zayıf, kendinin de en kuvvetli olduğu kısımdan başlanarak yapılan bir uygulamadır. Bu uygulamanın en bariz örneğini, İslâm’ın ilk dönemlerinde, Hz. Muhammed (SAV) in tebliğinden, Mekkelilerin etkilenip saf değiştirdikleri, başka bir deyişle Mü’min oldukları zamanların 7. 10. Yılları arasında Hz. Peygamber ve ashabıyla Hazret-i Peygamber’in korunacağını ilan eden Ebu Talip ve Haşim oğullarına karşı, onları direnmekten ve çoğalmaktan alıkoymak için Mekkelilerin Hz. Peygamberimiz ve taraftarlarıyla gerçekleşebilecek bütün sosyal münasebetlerinin sonlandırılmasına matuf bir uygulamasında görüyoruz. Müslümanların yaşadığı muhite, gıdaya ve diğer ihtiyaçlara dair ne varsa girmemesi için tüccarları yolda durdurup mal satmamalarını temine kadar her türlü işi yapıyorlardı hatta kısıtlı saydıkları muhite herhangi bir malın ulaşmaması için orada satacağınız fiyattan daha fazla fiyatla mallarınızı biz alırız diyerek kervanların yollarını tutuyorlardı. Hatırladığım kadarıyla 1974 Kıbrıs Barış Harekâtında, Almanya bize silah ambargosu uygulamıştı da gerekçesini de özrü kabahatinden büyük, Rumlarla dindaş oldukları şeklinde açıklanmışlardı… Dünyanın karmakarışık olduğu zamanlarda, hasımların dostları, peyderpey taraflarını tutmaya başlarlar. Bu durum, tarafların tabi oldukları devletlerin de politikalarına iyi veya kötü tesir eder. Halkın tutumundan memnun olmayan hükûmetler, kendi iradeleri yönünde halkı teskin ve teşvik etmeye çalışırlar. Aksi de mümkündür. Gazze halkının İsrail’den çektiği zulüm yeni değildir. Osmanlı mekteplerinden mezun bir avukatın, 1948’de’ İsrail devletinin kurulduğunu ilanından hemen 9-10 dakika sonra ABD’nin tanıması, peşinden de Türkiye Cumhuriyeti devletinin tanımasından sonra İsrail Siyonistlerinin Devlet terörü ile Siyonist ve Yahudi olmayanlara çektirdiği eziyetin, yaptığı zulmün bu sütunlarda anlatılması mümkün değildir. Arap- İsrail çatışmalarından birinde, İsrail’in kuruluşundan az sonra, Osmanlının batmasında ciddi tesirleri bulunan Enver Paşa’nın kardeşi, Bakü fatihi Nuri Killigil Paşa, Haliç’te savunma sanayiinin belkemiği olan çalışmalarının sürdürdüğü fabrikanın mamulü, bazı mal ve malzemeyi İsrail’e karşı duran Araplara şöyle veya böyle verdiği gerekçesiyle Fabrika İsrail gizli servisleri marifetiyle berhava edildi ve Paşa dâhil, bütün personelin vücut parçaları havaya fırlayıp yağmur gibi yağdı. Paşanın beden parçalarının, bütünlüğü teşkil edecek yeterlilikte olmaması gerekçesiyle cenaze namazının edasının caiz olmadığı fetvasına müstenit namazı da o zaman kılınmamıştı. Edası gerçekleşemeyen bu namaz,67 yıl sonra Edirne Kapı mezarlığında gıyaben kılınmıştı. İsrail Siyonistleri, bu canavarlıklarını yaşadıkları sürece icra edeceklerdir.  İsrail vahşetine en feci örneklerden biridir bu. Gücünün yettiği yerde, Yahudi olmayanların insan olamayacakları inancından katletmekte beis görmüyorlar. Gazze faciası 40 güne yaklaştı. 11 binden fazla, çoğu, biçare çocuk, kadın ve yaşlılardan oluşmuş kişi katledildi. Hâlâ hunharlık devam ediyor. Bu konudaki tezvirâtın da çokluğu gözler önünde.  Her konuşabilen adaletini kendinin sağlayacağına inanıyor ve ahkâm kesiyor. Başta da Müslümanları aşağılamak gibi bir hastalıkla malûl oldukları gözlerden kaçmıyor. Kimin kimi suçladığı belli değil. Yahudi mallarının satın alınmamasını isteyenler çok fazla. Almayanlar ne kadar bilinmiyor. Hatt-ı zâtında, Yıllar yıllar önce, ilkokullarda “Yerli malları haftası” kutlanırdı. Yerli malı, Türk’ün malı; herkes onu kullanmalı.” Şeklinde akıllarda kalıcı bir de güzel bir mesajı vardı. Keşke, buna kâmilen imkân bulunabilse. Her ihtiyacımızı kendimizin ürettiği mallarla karşılayabilsek. Bu, çok ciddi politikalar gerektiren bir konu. Kafalarımıza, Mehmet Akif Ersoy’un 24 Şubat 1920’de Balıkesir Zağanos Paşa Camii Kürsüsünden söylediği “Bizden adam olmaz, her şeyi garplılar yapar; biz yapamayız.” cümlesinin yerleştirilmesinden mütevellit millet evladının bütün azmi, motivasyonu söndürülmüş, böyle olunca da “Tabiat boşluk kabul etmez.” mucibince bizim yapacağımız ama yapmadığımız bütün sahalara bizden olmadıkları halde bizdenmiş rolü yapanlar yerleşmiş ve de bizi ,bir lokma ,bir hırka fikriyle avutmuşlar, uyutmuşlar Elbette bunun sorumluları, Mehmet Akif’in aynı zaman ve aynı kürsüden söylediği gibi bilek gücü dışında bir marifeti olmayan halk değildir. Hal böyle iken biz, İsrail mamulatını almayalım. Evet almayalım ama bunun kat’i çözüm olmadığı ayan beyan meydanda. Yurda girmiş malı alsan ne olur almasan ne olur. Bunların markalarının önce ithaline, yerli üretim ağları varsa onların da üretimine son verilmesine dair kimseden ses çıkmıyor. Yârin zülüflerini mi karıştırıyor ne? Demem o ki biz yine bu zalime ait ürünleri satış mağazalarından almayalım. Almayalım. Belki zayıf da olsa bir ders verebiliriz. Mağaza sahipleri de bu ürünleri raflara koymama kararlılığını izhar etmeli değil mi? Vatandaşımız, dedelerinin canı pahasına emanet edildiğini bildiği bu vatanın bekasının temini için aynen dedelerinin can verdiği, kan döktüğü gibi dünyevî fedakârlıkları yapmaya muktedir değillerse İstikbalin Gazze’si olma ihtimalini hiç mi hiç unutmamalıdırlar. Devletleri ayakta tutan unsurun rejimler olmayıp devletini, milletini, maddî manevî millî varlığını seven insanlar olduğunu bilmelidir. Eğer öyle olmasaydı ne İskender ne Roma ne Pers ne Mısır Firavunluğu ne de Osmanlı Tarih sahnesinden tozlu raflara yollanırdı. Bu arada, önemli bir sorun daha var unutulan. Kullandığımız banka kartlarının bir kısmından ödenen paralardan İsrail hesabına kesintilerin varlığı, artık inkârı mümkün olmayan bir hal almıştır. Bunun da çaresi var. Kartlara Troy özelliği kazandırmak ve bu vurguna da “Dur “demek mümkün. Banka ile mudisi arasındaki kısa bir görüşme bu sorunun çözümü için yeterli. Düşmanımın dostu düşmanım, düşmanımın düşmanı dostumdur. Şakir Albayrak, Çekmeköy,12.11.2023,12.23  
Ekleme Tarihi: 13 Kasım 2023 - Pazartesi

Boykot

İSRAİL’İN CANAVARLIĞINA DUR DEMEK İÇİN BOYKOTSA BOYKOT!

Herkes, eli ile gücü yetmiyorsa diliyle buna da muktedir değilse kalbiyle İsrail’i te’linen buğz etmelidir.

Boykot, toplumsal bir sindirme aracı, bir tür ambargo uygulaması. Bu uygulamanın zuhuru, toplumlar arası uzlaşmazlıkların zuhuruna ve giderilememesine bağlıdır. Hasım toplumların birinin hasmının zayıflamasını teminen başvurduğu bir vasıtadır. Bu uygulama, hasmının sahip olduğu bütün imkânları gözden geçirdikten sonra, hasmının en zayıf, kendinin de en kuvvetli olduğu kısımdan başlanarak yapılan bir uygulamadır.

Bu uygulamanın en bariz örneğini, İslâm’ın ilk dönemlerinde, Hz. Muhammed (SAV) in tebliğinden, Mekkelilerin etkilenip saf değiştirdikleri, başka bir deyişle Mü’min oldukları zamanların 7. 10. Yılları arasında Hz. Peygamber ve ashabıyla Hazret-i Peygamber’in korunacağını ilan eden Ebu Talip ve Haşim oğullarına karşı, onları direnmekten ve çoğalmaktan alıkoymak için Mekkelilerin Hz. Peygamberimiz ve taraftarlarıyla gerçekleşebilecek bütün sosyal münasebetlerinin sonlandırılmasına matuf bir uygulamasında görüyoruz. Müslümanların yaşadığı muhite, gıdaya ve diğer ihtiyaçlara dair ne varsa girmemesi için tüccarları yolda durdurup mal satmamalarını temine kadar her türlü işi yapıyorlardı hatta kısıtlı saydıkları muhite herhangi bir malın ulaşmaması için orada satacağınız fiyattan daha fazla fiyatla mallarınızı biz alırız diyerek kervanların yollarını tutuyorlardı.

Hatırladığım kadarıyla 1974 Kıbrıs Barış Harekâtında, Almanya bize silah ambargosu uygulamıştı da gerekçesini de özrü kabahatinden büyük, Rumlarla dindaş oldukları şeklinde açıklanmışlardı…

Dünyanın karmakarışık olduğu zamanlarda, hasımların dostları, peyderpey taraflarını tutmaya başlarlar. Bu durum, tarafların tabi oldukları devletlerin de politikalarına iyi veya kötü tesir eder. Halkın tutumundan memnun olmayan hükûmetler, kendi iradeleri yönünde halkı teskin ve teşvik etmeye çalışırlar. Aksi de mümkündür.

Gazze halkının İsrail’den çektiği zulüm yeni değildir. Osmanlı mekteplerinden mezun bir avukatın, 1948’de’ İsrail devletinin kurulduğunu ilanından hemen 9-10 dakika sonra ABD’nin tanıması, peşinden de Türkiye Cumhuriyeti devletinin tanımasından sonra İsrail Siyonistlerinin Devlet terörü ile Siyonist ve Yahudi olmayanlara çektirdiği eziyetin, yaptığı zulmün bu sütunlarda anlatılması mümkün değildir.

Arap- İsrail çatışmalarından birinde, İsrail’in kuruluşundan az sonra, Osmanlının batmasında ciddi tesirleri bulunan Enver Paşa’nın kardeşi, Bakü fatihi Nuri Killigil Paşa, Haliç’te savunma sanayiinin belkemiği olan çalışmalarının sürdürdüğü fabrikanın mamulü, bazı mal ve malzemeyi İsrail’e karşı duran Araplara şöyle veya böyle verdiği gerekçesiyle Fabrika İsrail gizli servisleri marifetiyle berhava edildi ve Paşa dâhil, bütün personelin vücut parçaları havaya fırlayıp yağmur gibi yağdı. Paşanın beden parçalarının, bütünlüğü teşkil edecek yeterlilikte olmaması gerekçesiyle cenaze namazının edasının caiz olmadığı fetvasına müstenit namazı da o zaman kılınmamıştı. Edası gerçekleşemeyen bu namaz,67 yıl sonra Edirne Kapı mezarlığında gıyaben kılınmıştı.

İsrail Siyonistleri, bu canavarlıklarını yaşadıkları sürece icra edeceklerdir. 

İsrail vahşetine en feci örneklerden biridir bu. Gücünün yettiği yerde, Yahudi olmayanların insan olamayacakları inancından katletmekte beis görmüyorlar. Gazze faciası 40 güne yaklaştı. 11 binden fazla, çoğu, biçare çocuk, kadın ve yaşlılardan oluşmuş kişi katledildi. Hâlâ hunharlık devam ediyor. Bu konudaki tezvirâtın da çokluğu gözler önünde.  Her konuşabilen adaletini kendinin sağlayacağına inanıyor ve ahkâm kesiyor. Başta da Müslümanları aşağılamak gibi bir hastalıkla malûl oldukları gözlerden kaçmıyor. Kimin kimi suçladığı belli değil.

Yahudi mallarının satın alınmamasını isteyenler çok fazla. Almayanlar ne kadar bilinmiyor. Hatt-ı zâtında, Yıllar yıllar önce, ilkokullarda “Yerli malları haftası” kutlanırdı. Yerli malı, Türk’ün malı; herkes onu kullanmalı.” Şeklinde akıllarda kalıcı bir de güzel bir mesajı vardı. Keşke, buna kâmilen imkân bulunabilse. Her ihtiyacımızı kendimizin ürettiği mallarla karşılayabilsek. Bu, çok ciddi politikalar gerektiren bir konu. Kafalarımıza, Mehmet Akif Ersoy’un 24 Şubat 1920’de Balıkesir Zağanos Paşa Camii Kürsüsünden söylediği “Bizden adam olmaz, her şeyi garplılar yapar; biz yapamayız.” cümlesinin yerleştirilmesinden mütevellit millet evladının bütün azmi, motivasyonu söndürülmüş, böyle olunca da “Tabiat boşluk kabul etmez.” mucibince bizim yapacağımız ama yapmadığımız bütün sahalara bizden olmadıkları halde bizdenmiş rolü yapanlar yerleşmiş ve de bizi ,bir lokma ,bir hırka fikriyle avutmuşlar, uyutmuşlar Elbette bunun sorumluları, Mehmet Akif’in aynı zaman ve aynı kürsüden söylediği gibi bilek gücü dışında bir marifeti olmayan halk değildir. Hal böyle iken biz, İsrail mamulatını almayalım. Evet almayalım ama bunun kat’i çözüm olmadığı ayan beyan meydanda. Yurda girmiş malı alsan ne olur almasan ne olur. Bunların markalarının önce ithaline, yerli üretim ağları varsa onların da üretimine son verilmesine dair kimseden ses çıkmıyor. Yârin zülüflerini mi karıştırıyor ne? Demem o ki biz yine bu zalime ait ürünleri satış mağazalarından almayalım. Almayalım. Belki zayıf da olsa bir ders verebiliriz. Mağaza sahipleri de bu ürünleri raflara koymama kararlılığını izhar etmeli değil mi?

Vatandaşımız, dedelerinin canı pahasına emanet edildiğini bildiği bu vatanın bekasının temini için aynen dedelerinin can verdiği, kan döktüğü gibi dünyevî fedakârlıkları yapmaya muktedir değillerse İstikbalin Gazze’si olma ihtimalini hiç mi hiç unutmamalıdırlar. Devletleri ayakta tutan unsurun rejimler olmayıp devletini, milletini, maddî manevî millî varlığını seven insanlar olduğunu bilmelidir. Eğer öyle olmasaydı ne İskender ne Roma ne Pers ne Mısır Firavunluğu ne de Osmanlı Tarih sahnesinden tozlu raflara yollanırdı.

Bu arada, önemli bir sorun daha var unutulan. Kullandığımız banka kartlarının bir kısmından ödenen paralardan İsrail hesabına kesintilerin varlığı, artık inkârı mümkün olmayan bir hal almıştır. Bunun da çaresi var. Kartlara Troy özelliği kazandırmak ve bu vurguna da “Dur “demek mümkün. Banka ile mudisi arasındaki kısa bir görüşme bu sorunun çözümü için yeterli. Düşmanımın dostu düşmanım, düşmanımın düşmanı dostumdur.

Şakir Albayrak, Çekmeköy,12.11.2023,12.23

 

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve trabzonhabermerkezi.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.